Cumhuriyet, Demokrasi ve Türkiye
"Bütün arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!''
Mustafa Kemal Atatürk
Cumhuriyet ve Demokrasi modern yaşamın temelini oluşturan değerlerdendir. Bu değerlerin kazanılması ve korunması için pek çok fedakarlık yapılmıştır. Peki Cumhuriyet ve Demokrasi kelimeleri nasıl ortaya çıkmıştır;
“Cumhuriyet” kelime olarak Türkçe’ye Arapça’dan gelmiştir. “Cumhur” kelimesi Arapça’da toplu halde bulunan halk, “Cumhuri” kelimesi de cumhura yani halka ait olan anlamını taşır. “Cumhuriyet” kelime olarak Cumhuri kelimesinden türetilmiş ve “halka ait olan devlet” anlamını almıştır.
“Cumhuriyet” kelimesinin Fransızca karşılığı olan “République” kelimesi ise Latince’den gelmiştir. Latince’de “Res” kelimesi “mal, şey” anlamına, “Publica” kelimesi de “kamu, halk” anlamına gelir. Latince “Res Publica” kelimesi “Kamu malı, halk malı” anlamını almıştır. “Demokrasi” kelimesi Yunanca’dan gelmiş, "Halk" anlamına gelen "Demos" ve "Yönetim" anlamına gelen "Kratos" kelimelerinden türetilmiştir. “Demokrasi” kelimesi "HALKIN HALK TARAFINDAN YÖNETİMİ" anlamını kazanmıştır.
Bu şekilde anlamlanan Cumhuriyet kelimesi bir rejim şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak Cumhuriyet rejimini kabul eden toplumlar; yönetim sistemi olarak Demokrasi’yi kabul etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Cumhuriyet rejimi ile yönetilen Demokratik bir yönetim sistemini kabul etmiştir.
Demokrasi ile halkın kendine karşı bir sorumluluğu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için halkın belirlediği yöneticiler ve idareciler halk adına karar vermek durumundadırlar. Demokrasi yönetiminde toplumu oluşturan fertler eşit söz hakkına sahiptir. Yine aynı fertler içinden geldiği toplum adına karar alabilme, toplum çıkarlarına uygun hareketlerde bulunmak koşulu ile adımlar atabilmektedir.
Demokrasi sayesinde insanlar; devleti yönetecek idarecileri, devleti yönetimi için gerekli uyacağı kuralları belirleyen kanunları hazırlayanları, kanunların doğru ve adaletli bir şekilde uygulanmasını sağlayan koruyucuları belirleme hakkına kavuşmuştur. Artık Halk kendi kendisinin efendisidir. Halk kendi adına karar verecek idarecileri seçme yani meclisi oluşturma, idareciler vasıtası ile kanunları hazırlama ve hayata geçirme yetkisine sahip olmuştur.
Avrupa Birliği İktisadi alanda 1980-1990 yılları arasında birçok konuyu yoluna koymuş ve siyasal bütünleşme alanında hazırlıklar yapmaya başlamıştır. 01 Temmuz 1987 yılında resmen yürürlüğe giren “Tek Avrupa Senedi” ile Avrupa Birliği İktisadi, Mali ve Siyasi bakımdan teklik anlayışını yürürlüğe koymuştur. Tek Avrupa Senedi ile birlik üyeleri arasında “Demokrasiyi Koruma” kararlılığı da ifade edilmiştir. Demokrasiyi koruma kararlılığı, üye devletlerin anayasa ve kanunlarına da eklenmiştir. “Avrupa İnsan Hak ve Özgürlükleri Sözleşmesi” ve “Avrupa Sosyal Şartları” aracılığı ile Demokrasi değerlerine yani temel haklara saygılı olunacağı tüm üye devletler tarafından garanti altına alınmıştır.
Doc.Dr. Said ÖZTÜRK tarafından yazılan Osmanlı Hoşgörüsü isimli makalesinde geçen “Osmanlılar fethettikleri topraklarda yaşayan farklı dinlere mensup insanların İslâm dinine girmeleri yönünde baskı uygulama bir tarafa bu insanların inanç ve vicdan hürriyetlerini koruma altına almışlardır. Üstelik birinin diğerine baskısına da müsamaha etmemiştir. Bu konuda Kudüs’te dini konular yüzünden çıkan gayr-ı Müslimler arasındaki anlaşmazlıkta devletin hakem rolünü üstlendiğini bir örnek olarak zikredebiliriz. Osmanlı Devleti’nde uygulamaya konulan millet sistemi gereği olarak Gayr-ı Müslim Osmanlı vatandaşlarının dini işlerine hiç bir zaman müdahale edilmemiş ve bu sebeple din ve milliyetlerini korumaları mümkün olmuştur.” cümlesi Avrupa Birliği’nin henüz 1 Temmuz 1987 yılında yürürlüğe koyduğu ve hemen her konuda karşımıza çıkardığı yasal gerekliliklerin bu topraklarda yüzyıllar öncesinden filizlendiğini ve o zamandan bu zamana uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Bu topraklarda filizlenerek Osmanlı’nın hüküm sürdüğü tüm coğrafyaya yayılan bu düşünce yapısı sayesinde coğrafyayı oluşturan toplumlar kendilerine karşı herhangi bir saldırı karşısında isteyerek Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmişlerdir. Birlikte hareket etme bilinci ile coğrafyayı oluşturan toplumlar güvenlik, ekonomi, yönetim gibi birçok konuda “ortak bilinç” geliştirmişlerdir. Osmanlı Devleti öncülüğünde kurulan bu birlikteliğin benzerlerini günümüzde birçok uluslararası birlik ve devlet toplulukları uygulamaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliği, millet olma bilinci ve tarih boyunca sahip olduğumuz devlet kurabilme yeteneği sayesinde; 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarih sahnesindeki yerini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel unsurlarından olan millet olma bilinci, tarih boyunca devletler ve imparatorluklar kuran bu “ortak bilinçten” gelmektedir. Yani atalarımızdan bize kalan bir mirastır.
Dr. Hayrettin Parlakyıldız'ın Cumhuriyet ve Atatürk Devrimleri konulu konferans konuşmasında olduğu gibi; “Cumhuriyeti anlamak için Atatürk’ü, aynı şekilde Atatürk’ü anlayabilmek için de, tam ve sağlam temellerden hareket ederek, cumhuriyeti tanımak gerekir. Çünkü Cumhuriyet, Atatürk’ün Türk Millî varlığının korunması, refaha ve mutluluğa erişmesi için düşündüğü ümit ve arzularını şekillendirdiği bir idare şeklidir.”
Cumhuriyet’in ilanına kadar Anadolu’da halkı bilinçlendirmek ve bölgenin önde gelenlerine yapılacakları anlatmak için birçok alanda çalışmalarda bulunulmuştur. Bu çalışmaların içeriğini anlayabilmek için Amasya Genelgesi’nde, Erzurum Kongresi’nde ve Sivas Kongresi’nde alınan kararları bilmek faydalı olacaktır, çünkü 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’da ilk adımı atılan bağımsızlık mücadelesini Amasya, Erzurum ve Sivas illerinde yapılan çalışmalar ve hazırlıklar izlemiş, tüm Anadolu’ya yayılması sağlanmıştır.
Amasya Genelgesi: 21-22 Haziran 1919
21-22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi ile bağımsızlık için verilecek mücadelenin amacı ve yöntemi belirlenmiştir. Türk Milleti işgalci güçlere karşı mücadeleye çağrılmış, verilecek mücadelenin milli egemenliğe dayalı sürdürüleceği ifade edilmiştir. Milli egemenliğe dayalı çalışmalar sürdürüldüğü için alınan kararlarda İstanbul Hükümeti’nin söz hakkının olmadığı kararı alınmıştır. Manda ve himaye altında yaşama düşüncesinin esir olarak yaşamak olduğu ifade edilerek, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığının kurtaracağı ortak görüş olarak belirlenmiştir. İşgalci kuvvetlerin istediği gibi ordunun terhisine karşı çıkılmış, ordunun dağıtılması engellenmiştir. Amasya’da alınan kararlar doğrultusunda Sivas’ da toplanılarak daha kapsamlı çalışmalar yapılmasına karar verilmiştir.
Erzurum Kongresi: 23 Temmuz 1919
23 Temmuz 1919 tarihli Erzurum Kongresi ile Milli Sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği belirtilmiş, Misak-ı Milli düşüncesi üzerinde ortak karar alınmıştır. Her türlü işgale karşı yapılacak mücadelede Osmanlı Hükümeti’nin yetersiz kalması halinde millet top yekün mücadeleye girecek ve geçici bir hükümet kuracaktır. Millet kararları bu geçici hükümet tarafından verilecektir. Daha sonra alınacak karar ile geçici hükümet üyeleri Sivas’ta toplanacak olan Milli Kongre tarafından seçilecektir. Azınlıklara egemenliği etkileyecek ve sosyal yapıyı bozacak herhangi bir ayrıcalığın verilemeyeceği ifade edilmiştir. Herhangi bir sebep ile manda ve himayenin kabul edilemeyeceği tekrar edilmiştir.
Sivas Kongresi: 4-11 Eylül 1919
4-11 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi ile Milli Sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği yeniden ifade edilmiştir. Milli irade hakim kılınarak Cumhuriyet rejimine geçişinin ilk adımları atılmıştır. Bağımsızlık ve özgürlük amacı altında toplanan tüm milli teşkilatlar ve tüm yöresel kuvvetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti altında toplanmışlardır. Yine bağımsızlık ve özgürlük amacı ile kongre üyeleri tarafından bir Heyet-i Temsiliye kurulmuştur. İstanbul Hükümeti’nin yoğun baskı altında kalması sebebi ile Heyet-i Temsiliye verilen kararlarda etkin olmaya başlamıştır.
Lozan Barış Antlaşması ile bağımsızlığını ilan eden Türk Milleti, 23 Nisan 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisini kurmuştur.
26 Ağustos tarihinde başlayan ve 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Atatürk'ün başkumandanlığında zaferle sonuçlanan büyük zafer sonucunda, işgal birlikleri ülke sınırlarını terk etmeye başlamıştır.
Bu başarılar neticesinde 29 Ekim 1923 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ortak kararıyla Cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyetin ilanından bu güne kadar geçen 100 yıllık sürenin sonsuza kadar devam etmesi ortak hedefimizdir.
H.Koray Tutkun