Sykes-Picot, San Remo, Sevr, Lozan
Günümüzde ülkemizi ve tüm bölge ülkelerini ilgilendiren sorunların başında Kuzey Irak meselesi gelmektedir. Irak devletinin yönetimi ile ilgili olarak zaman zaman spekülasyonlar yapılsa da; Türkiye ve bölge ülkelerinin desteğiyle Irak’ın toprak bütünlüğünün devamının gerektiği anlaşılmıştır.
Kuzey Irak’ın bugününü anlayabilmek için, bölgede meydana gelen olayların tarihi akışını kısaca gözden geçirmek uygun olacaktır.
“Kuzey Irak" denildiğinde öncelike Musul, Kerkük ve çevresi ön plana çıkmaktadır.
Kerkük ve çevresi M.Ö. 5000’li yıllardan itibaren sırası ile Sümer, Akad, Asur, Babil, Roma, Sasani Devletlerinin yönetiminde, M.S. 6. yy’ın ikinci yarısından itibaren de günümüze kadar Müslümanların yönetiminde kalmıştır.
M.S. 637 yılından itibaren sırası ile Emevi Devleti, Abbasi Devleti, Selçuklu Devleti, Musul ve Sincar Atabeyliği, Erbil Atabeyliği, Celayirli Devleti, Karakoyunlu Devleti, Akkoyunlu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu idaresinde yönetilmiştir. Yani bölgede Türk Hâkimiyeti 400 yılı kesintisiz olmak üzere 900 yıldan fazla sürmüştür.
Batı kaynaklarında; “Musul Bölgesi” Irak’tan ayrı olarak yukarı “El-Cezire” bölgesi içinde kabul edilmekte idi. Fakat I.Dünya Savaşı sonrasında Musul Bölgesi İngilizlerin baskısıyla Irak’ın parçası olarak tanınmıştır. Kerkük Bölgesi de dâhil olmak üzere tüm bu coğrafyayı işgal eden İngilizlerin himayesinde 1921 yılında Irak Devleti kurulmuştur.
Günümüzde ( I. Ve II. Körfez Savaşlarının da etkisiyle ) Irak denildiğinde aklımıza öncelikle ABD gelmektedir. Oysa tarih boyunca bölgede etkinliğini sürdürmüş olan ülke İngiltere’dir. Günümüzde de en az ABD kadar bölgedeki etkinliğini sürdürmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Sevr Antlaşması’nın hazırlıkları için 19-26 Nisan 1920 tarihleri arasında İtalya’nın San Remo şehrinde konferans düzenlenmesine İngiltere ön ayak olmuştur.
Konferansa; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcileri katılmış, Sevr Antlaşmasının ana maddeleri bu konferansta düzenlenmiştir. Bölgede Japonya’nın varlığı dikkati çekmiştir.
1920 yılında toplanan San Remo Konferansı sayesinde; 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında yapılmış olunan Sykes - Picot Antlaşması yeniden gözden geçirilmiş, Musul Bölgesinin de İngiltere’ye bırakılması kararlaştırılmıştır.
Ayrıca, San Remo Konferansı, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu iç ve dış meselelerin temelini teşkil etmesi bakımından önemlidir.
Bu konferansla dile getirilmiş olan Ermenistan Devleti daha sonraki antlaşmalarla kurulmuştur. Ermenistan Devletinin kuruluşu ile “Sözde Ermeni Soykırımı” fikri de ortaya çıkmıştır. Dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesine yönelik terör faaliyetlerinin temeli açısından da San Remo Konferansı incelenebilir.
İngiltere, I. Dünya Savaşının bitişi ile (Orta Doğu’ya yerleşimini tamamlayabilmek amacıyla) Kafkaslar, Türkiye, İran ve Irak üzerinde kurduğu etkinliği artırabilmek için bölgede bir Kürt Devleti Kurmayı düşünmüş olsa da, daha sonra bu fikirden caymıştır. Ancak, 1925 yılında Doğu Anadolu’da, 1932 yılında Irak’ta Kürt ayaklanmalarının çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca İngiltere, Irak’ta ön ayak olduğu bu Kürt Ayaklanması sayesinde Irak Kürtleri’nin azınlık haklarını garanti altına aldırmıştır.
Günümüzde de Türkiye, İran, Suriye, Azerbaycan gibi bölge ülkelerinde yaşayan Kürt Halkı üzerinde de bir kısım ülkelerin benzer düşüncesi olabilir. Buradaki amacın, ülke halklarının birlik olamayacak kadar birbirinden uzak, ayrı bir devlet kuramayacak kadar kuvvetsiz olmalarını sağlamak olabileceği değerlendirilmektedir.
San Remo Konferansı sonrasında gerçekleştirilen Sevr Antlaşması’nın bölge ile ilgili önemli maddeleri şu şekilde açılabilir:
Sevr Antlaşması’nın 62. ve 64. maddelerine göre; İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Birleşmiş Milletlere bağımsızlık için başvurabileceklerdi. 2007 yılı sonunda bölgede yapılması düşünülen fakat ileri bir tarihe ertelenen Kerkük Referandumu ile Sevr Antlaşması arasında bir bağlantı olup olmadığı değerlendirilebilir mi?
“Bölge ülkelerinin hem kendi içlerinde hem de aralarında sağlanmaya çalışılan birlik” sürdürülebildiği takdirde; ülkelerin içlerinde terör yandaşlarına karşı ve uluslar arası ilişkilerde büyük bir değer kazanmaktadır.
Sevr Antlaşması’nın 88. ve 93. maddelerine göre; Türkiye, Ermenistan Cumhuriyetini tanıyacak, Türk-Ermeni sınırını ise hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecekti. ABD Başkanı Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerinin Ermenistan’a bırakılmasını istemiştir. “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü, tarihini bilmeyenler ve birlik bilincini oluşturamayanlar için sürekliliğini korumaktadır.
Sonuç olarak;
10 Ağustos 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması’nın hükümleri, 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile iptal edilmiştir. Böylece bugünkü Misak-ı Milli Sınırları dahilindeki Özgür ve Bağımsız Türkiye’nin varlığı tüm dünyaca kabul edilmiştir.
Görüldüğü gibi bugün sadece Kuzey Irak sorunu olarak karşımıza çıkan sorun gerçekte Sevr Antlaşmasını hayata geçirme adımlarından birisidir.
Kuzey Irak sorununu incelerken San Remo Konferansı’nın ve Sevr Antlaşması’nın da incelenmesi; sorunun bütününü anlama açısından daha uygun olabilir.
Ayrıca “The Atlantic Magazine” dergisinin Ocak-Şubat 2008 sayısında Jefrry GOLDBERG tarafından kaleme alınan “AFTER IRAQ” başlıklı yazıdan da anlaşıldığı gibi bölge ülkeleri dışındaki ülkelerin Ortadoğu planları ile ilgili herhangi bir değişiklik olmamıştır. Söz konusu yazıda; Orta Doğu’nun “sözde yeni yapılanması” ile ilgili olarak planlara yer verilmiş ve bölgenin “sözde yeni ve eski” idari durumunu karşılaştıran haritalara atıfta bulunulmuştur.
Yukarıda belirtilen tarihi süreç ve olayların akışı, “Bölge Ülkeleri Genelinde Kurulmaya Çalışılan Birlik ve Beraberliğin” sürdürülmesinin; yurt içinde ve uluslar arası ilişkilerde ne kadar büyük ve değerli olduğunu ortaya koymaktadır.
Hepimizin bildiği gibi;
Bir canlıyı oluşturan organlar, farklı işlev ve görevlere sahiptir. Bu organlar farklı özelliklerine karşın, canlılıklarını “ANA RAHMİ’nde oluşan TEK BİR KÖK HÜCRE” yapısına borçludur.
“Kök hücreler hayatın temel taşları ve insan vücudunu oluşturan ana hücrelerdir. Kök hücreler sınırsız bölünme, her türlü vücut hücresine dönüşme ve yeni görevler üstlenme imkanına sahip hücrelerdir.”
Yine hepimizin bildiği gibi;
Ülkemiz topraklarında yaşayan bizler, farklı din, kültür ve yaşayışa sahip olabiliriz. Fakat bizler bu farklı özelliklerimize karşın, bağımsızlığımızı “ANADOLU’da yeşeren TEK BİR MİLLET” olma bilincine borçluyuzdur.
“Anayasa, 3. maddesinde, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” diyerek, devletin, bir “MİLLİ DEVLET” olduğuna da bu sebeple işaret etmektedir.
Birlik ve beraberlikte, çeşitli sebepler ile ortaya çıkarılan çekişmelerin; ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne, refahına, sosyal yaşantısına, zarar verdiği; bu çekişmelerin özellikle dış unsurlar ile bunların işbirlikçilerinin işine yaradığı net olarak görülmeli, bu husus millete açıkça anlatılmalıdır.
Şehitlerimize Allah'tan rahmet dilerim, İnşallah haklarını bizlere helal ederler.
H.Koray Tutkun